top of page
Ana Sayfa: Ürün Kaydırıcısı

Hakkında

Sanatçılarımız ve Koleksiyonlarımız

BOR'S AUCTION, sanatçıları ve eserlerini dünyanın dört bir yanındaki sanatseverlerle buluşturmaya önemli katkılar sağlıyor. Çalışanlarımız, uzun yıllardır prestijli müzeler ve özel küratörlerle yakın iş birliği içinde çalışıyor. Böylece sanat dünyasının en beğenilen açık ve özel koleksiyonlarında temsil ettiğimiz ve sahip olduğumuz sanatçıların eserlerine yer verebiliyoruz.

  • Koleksiyon yalnızca ekonomik anlamda değil, koleksiyonerin vizyonunu yansıtan, uzun yıllara dayalı bilgi, zevk ve tutku birikimi sonucu oluşturulmuş bir derlemedir.

  • Koleksiyonun bütününü oluşturan parçalar arasında bağların olması, seçkilerin yapılmasına ve koleksiyona kimlik kazandırılmasına yardımcı olur.

  • Koleksiyondaki parçaların orijinal, benzerlerinin olmaması (tekil olması), koleksiyonun maddi-manevi değerini arttıran unsurlardandır.

Ana Sayfa: Hakkında

Resim sanatına yön veren Sanatçılarımız

Ana Sayfa: Sanatçılarımız
adnan turani.JPG

Adnan TURANİ

ADNAN TURANİ (1925, İstanbul - 15 Aralık 2016) İstanbul İlköğretmen Okulu'nu bitirdikten sonra 1948 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nden mezun oldu. 1953'de kazandığı bir devlet bursuyla Almanya'ya gitti. 1959 yılına dek Almanya'nın çeşitli akademilerinde çalıştı, lisans ve uzmanlık öğrenimi gördü. 1972 yılına kadar Gazi Eğitim'de görev aldı. 1972'de Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde doktoraya başladı. 73'de doktor, 78'de doçent oldu. 1986'da Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde profesör oldu ve 1990 yılına dek Bölüm Başkanı olarak görevini sürdürdü. Yurtdışında ve Türkiye'de bir çok sergi açan Adnan Turani'nin sayısız da ödülü bulunmaktadır. ‘Modern Sanatın Gerçek Çehresi', ‘Sanat Terimleri Sözlüğü', ‘Resim Üzerine', ‘Dünya Sanat Tarihi', ‘Çağdaş Sanat Felsefesi', ‘Batı Anlayışına Dönük Türk Resim Sanatı', ‘Başlangıçtan Bu Güne Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi' bugüne dek bize kazandırdığı kitaplarından bazılarıdır. Bu nedenle Andan Turani, ressamlığının yanısıra eğitimci ve yazar olarak da Türk Resim Tarihi'nde her zaman çok önemli bir yere sahip olacaktır. İki kez Devlet Resim Ödülü alan sanatçı, 1992 yılında Yılın Sanatçısı seçildi. 1993 yılında ise Sedat Simavi Ödülünü ve 2001 yılında Çağdaş Sanatçılar Vakfı Onur Ödülünü kazandı. 1998 yılında Anadolu Üniversitesi tarafından onursal doktora ile ödüllendirildi. Ayrıca 2016 yılında Peker Sanat'ın Onur Ödülüne layık görüldü. Adnan Turani 1990’dan itibaren çalışmalarını serbest olarak Ankara’da sürdürmekteydi. Adnan Turani son çalışmalarını Ankara'daki atölyesinde sürdürdü, bu arada yakında yayımlanacak olan bir anı kitabının da son hazırlıklarını yaptı.
SANATI HAKKINDA ‘....Çevremde gördüklerimden heyecanlanıyorum. Ama ilginç olan, doğa biçiminde bana heyecan veren biçim ve biçimlendirme dili olmaması. İşte, bana düşen ya da benim kendime yüklediğim görev, doğasal biçimi bana heyecan veren biçim haline getirmek. Tabii bu heyecan veren biçimi bulmam, her seferinde bir serüveni, bir didinmeyi, bir araştırmayı yaşamamı gerektiriyor. Öyle bir serüven ki, bunda doğa biçimi değil, resimsel boya biçimlenmesi, boyayı biçimlendirme; tasvir değil iç yaşantı resmi; doğasal renkler değil, resimsel çarpıcılığın renkleri sizin gönlünüzden çıkıyor. İtiraf etmem gerekiyor; boyasal heyecan biçiminin araştırılması sırasında gözlerim yaşarıyor. Yaptığım iş, işte böyle bir şey.. ..

aslan gündaş 72x85 düyb.jpg

Aslan GÜNDAŞ

ARSLAN GÜNDAŞ (1914, Izmir - 2000, Ankara)
1953'te Kara Harp Okulundan, 1954'te ABD Piyade Okulundan, 1960'da Chicago Üniversitesinden mezun oldu. 1958'de askerlikten ayrıldı, iki yıl Amerika'da hastane idareciliği yaptıktan sonra uzun yıllar Hacettepe Çocuk Hastanesi Müdürlüğü görevinde bulundu. Aynı zamanda Hastane idareciliği Okulunda öğretim görevlisi olarak çalıştı ve bu görevinden 1979 yılında emekli oldu.  
Çevresindeki olgulara ve yaşam gerçekliğine, fantezi penceresinden bakan ve kendine özgü renk ve biçim değerleriyle çalışan Arslan Gündaş’ın resimleri, boşlukta yüzen figürleri ile yarattığı düşsel mekanları ile düş ve gerçeklik arasındaki dolaylı bağıntıları görselleştirme amacına yöneliktir.
"Resimle olan ilişkim çocukluk çağlarıma kadar uzanır. Ancak resim dünyasının gerçek kapılarını bana ilk defa aralayanlar değerli iki sanatçı Cemal Bingöl ve Eşref Üren oldu." diyen sanatçının Devlet Sergilerine ve DYO Sergilerine eserleri kabul edildi.
Kazandığı bazı ödülleri: 1973, 34. Devlet Resim ve Heykel Sergisi "Başarı Ödülü"; 1974, 8. DYO Sergisi "Jüri Özel Ödülü"; 1982 16. DYO Sergisi "Mansiyon".

asım yücesoy.jpg

Asım YÜCESOY

ASIM YÜCESOY (1930, Amasya) Sanatçı bir ailenin bireylerinden olan Asım Yücesoy 1930 yılında Amasya’da doğdu. İstanbul İleri Türk Müziği Konservatuvarlarında TSM dersleri aldı. 1949-1953 döneminde matbaacılık okulunu bitiren sanatçı İstanbul Radyosu TSM ses sanatçılığı sınavını kazandı fakat müzik çalışmalarına Ankara Radyosu’nda devam etti. Bu arada katılmış olduğu bir yarışmada ülkemizi tanıtıcı afişi ile derece alan Yücesoy, Almanya’dan aldığı bir teklif üzerine Hamburg’a gitti. Daha sonra Frankfurt Staatlicee Kunst Schule’nin resim ve grafik bölümlerini derece ile bitirip 1963 yılında Prof. Kario Ruppert atölyesinden mezun oldu. Hocasının organize ettiği ilk sergisini Frankfurt’ta Şehir Sanat Galerisi’nde açan Yücesoy, Frankfurt ve Berlin’de grafik sanatçısı olarak çalıştı. Viyana’da ihtisas yaptı. Frankfurt’ta Pablo Picasso ile tanıştı ve büyük sanatçı tarafından Paris’e davet edilerek özel şatosunda kendisini daha yakından tanıma şansına erişti. En büyük özelliği model kullanmaksızın sadece hayal gücünü kullanarak çalışması olan Yücesoy, ülkemizin pek çok yöresinde kişisel sergiler açmıştır. Ayrıca Amerika, Newyork ve Washington’da ve diğer birçok ülkelerde de sergiler açansanatçı, müzik çalışmalarının yani sıra kişisel atölyesinde öğrencileri ile birlikte yoğun şekilde resim çalışmalarını sürdürmektedir.

AGOP EGONYAN.JPG

Agop EGOYAN

Istanbul'da doğan sanatçı özellikle İbrahim Safi, Setrak Miskçi gibi döneminin önemli sanatçıları ile çalışmış olup, uzun süre Beyoğlu’nda ki kendi atölye resim üretmiştir. Eğitim amaçlı Paris’e de giden sanatçı burada da sanat adına araştırmalarda bulunmuştur. Halen kendi atölyesinde restorasyon ve resim çalışmalarına devam etmektedir. Özel Şahıs, Kurum ve Firmalara danışmanlık yapmaktadır.

ali avni çelebi 18x24 kükk.jpg

Ali Avni ÇELEBİ

Türk ressam Ali Avni Çelebi 1904’te İstanbul’da doğdu. 1916’da Vefa Lisesi’ne girdikten iki yıl sonra Sanayi-i Nefise Mektebi’ne (Güzel Sanatlar Akademisi) yazılarak, hazırlık sınıfında Hikmet Onat‘ın Öğrencisi oldu. İbrahim Çallı‘nın atölyesine geçerek Zeki Kocamemi’yle yakın arkadaşlık kurdu. 1922’de Münih’e giderek Kocamemi’yle birlikte Heinemann’ın atölyesine yazıldı ve bir süre Hofmann’ın resim kurslarını izledi. Münih Güzel Sanatlar Akademisi’nin sınavını kazanarak, Profesör Gröber’in yanında bir yıl eğitim gördü.

Bir süre Berlin Akademisi’nde çalıştıktan sonra Münih’e, Hofmann’ın yanına döndü (orada gördüğü eğitim, sanatını yönlendiren ve “inşacı” ilkelere bağlı kalmasını sağlayan önemli bir etken oldu). 1927 ‘de İstanbul’a dönen Ali Avni Çelebi, Konya Kız Öğretmen Okulu’nda kısa bir süre resim öğretmenliği yaptı. Askerliğini Istanbul’da Harp Akademisi’nde desinatör olarak tamamlayıp, Türkiye’de akademik-empresyonist kuşağa karşı, yenilikçi akımları özendirmek amacıyla, 1928’de Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’nin kuruluşuna katıldı.

Birlik, üye ressamlarının yapıtlarıyla ilk sergisini 15 Temmuz 1929’da Ankara Etnografya Müzesi’nde, ikinci sergisini, aynı yıl İstanbul Türkocağı salonunda düzenledi. O yıllarda Maskeli Balo, Kırda Dinlenen Kadın, Pedikürcü, Berber gibi yapıtlarnı hazırlayan Ali Avni Çelebi, 1930’da yeniden Münih’e gitti. Yurda dönüşünde (1932), Akademi’de akşam kurslarını Refik Epikman’ın yerine yürütmekle görevlendirildi. Aynı yıl İstanbul Saray sineması girişinde ilk kişisel sergisini açtı. Bazı sürtüşmeler nedeniyle Akademi’deki görevinden ayrılıp, kısa bir süre İstanbul Üniversitesi Arke0loji Bölümü kadrosunda desinatörlük yaptı.

1936’da Léopold Lévy’nin Akademi’de resim bölümü şefliğine getirilmesinden sonra, Akademi’de, öğretim üyeliğine dönerek, Lévy’nin asistanı oldu. Yurt gezileri programına katılarak Malatya ve Bilecik’e gitti. 1944’te Müstakiller üyesi sıfatıyla katıldığı 6. Devlet Sergisi’nde birincilik ödülü aldı. 1956’da Akademi’de adını taşıyan atölyenin başına getirildi. 1962’de bir aylık inceleme gezisi için Münih’e giti. 1966’da Tahran bienalinde birincilik kazanan ve 1967 ‘de Akademi’deki görevinden emekliye ayrılan Ali Avni Çelebi, 1975’te, uzun bir aradan sonra ikinci kişisel sergisini İstanbul’da açtı.

1981’de Kültür Bakanlığı ve Atatürk’ün 100. Doğum Yılı devlet başarı ve sanat ödüllerini aldı. 1986’dan sonra düzenli aralıklarla sergiler açtı. 1987 ‘de Mimar Sinan Üniversitesi tarafından “onursal profesörlük” ünvanı verildi.

ali demir.jpg

Ali DEMİR

Akademik bir sanat eğitmi görmedi.Kendini yetiştirdi.Büyük kentlerde açtığı açık hava sergileriyle adını duyurdu.Otuzdan fazla kişisel sergi gerçekleştirdi. Ödüller; 1971 TRT Resim Yarışması(Başarı Ödülü) 1972 Yarımca Şenliği Resim Yarışması(Başarı Ödülü) 1974 ''8.DYO Sergisi''(Jüri Özel Ödülü) Kahverengi ve sarı tonların ağırlıklı bir yer tuttuğu resimlerinde yöresel konular,köy yaşamı, gerçekçi çizgiye bağlı kalınarak işlenir. İnsan ve çevresi, yaşanılan bir mekan olarak köy ve kent resimlerinin ana temasını oluşturur.

ali rıza beyazıt.jpg

Ali Rıza BEYAZİT


arif kaptan.jpg

Arif KAPTAN

Türk ressamı (İstanbul, 1906-İstanbul, 1979). 1924’te Deniz Harp Okulu’nu makine mühendisi olarak bitiren Arif Kaptan o yıllarda Galatasaray Lisesi’nde düzenlenen Güzel Sanatlar Birliği gele­neksel sergüerinden birini, bir raslantı sonucu izleyip de etkilenince, res­sam olmaya karar verdi. Sami Yetik ve Ruhi Arel, ona bu yolda ilk uyarı­lan yaptılar, ilk önerilerde bulundu­lar. Doğadan resim çizerek başladığı yeni mesleğini, Ali Çelebi ve özellikle Nazrtıi Ziya yanmda resim çalışarak geliştirdi. Güzel Sanatlar Akademisi’ ne bir süre dışardan devam ederek, Nazmi Ziya’nın atölyesinde izlenimci resmin inceliklerini öğrendi. Nazmi Ziya ona, doğanın koynunda yatan sa­yısız gizleri öğrenebilmek için, doğa karşısında uzun süre çalışmak gerek­tiği yolunda bügiler verdi. Böylece Heybeliada Deniz Harp Okulu’ndaki öğrencüik yıllarında Ruhi Bey’den al­mış olduğu ilk derslerini, bu yeni bil­gilerin ışığında geliştirdi. Bir ara İb­rahim Çallı’nın yanında çalıştı. 1933’te kurulan D Grubu’na katıldı, bu grubun ortak sergüerine resim ver­di. 1935’te Güzel Sanatlar Akademi­si salonlarında düzenlediği ilk kişisel sergisiyle dikkati çekti. Askerlik mes­leğinden bütünüyle ayrılarak kendini resim çalışmalarına verdi. 1939’da düzenlenen I. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde üçüncülük ödülünü kazan­dı. 1940’ta düzenlenen yurt gezilerine katılarak Kastamonu’ya gönderil­di, buradan yaptığı resimlerini ertesi yılın devlet sergisinde gösterdi. 1947’de Paris’e gitti. İki yıl kadar Andre Lhote’un atölyesinde sanat eği­timi gördü. O zamana kadar kendi de­yimiyle “tabiat karşısında duygulu peyzajlar yapan” Arif Kaptan, Paris’ te gördüğü bu eğitimin de etkisiyle ye­ni bir figüratif anlayışa yöneldi. 1957’de oğlu Haşan Kaptan’la birlik­te Paris’e ikinci kez gitti. Orada kal­dığı beş yıl sürekli çalıştı. Dev­let sergilerine düzenli olarak katılan sanatçı, 1955’teki 17. sergide ikinci­lik ödülünü aldı, ayrıca Çanaklı Armağanı’nı kazandı. Başlıca yapıtları An­kara ve İstanbul Resim ve Heykel Mü­zelerinde, Ankara Milli Kütüphane koleksiyonunda, özel ve resmi kolek­siyonlarda bulunmaktadır. Arif Kaptan’ın Sanatı Arif Kaptanın bir tablosuArif Kaptan’ın Paris döneminden ön­ce yaptığı resimler, hocaları Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı etkilerinin yönlendirdiği izlenimci bir anlayışa bağ­lıdır. Doğanın serbest bir palet ve duy­gulu bir renkçilikle yorumlandığı bu resimlerinde, öncü bir ustanm peşin­den gitmenin içten sezgileri egemen­dir. Bir yandan da Cezaime ve Utrillo etkileri ağır basar. 1947-1949 yıllan arasını kapsayan Andre Lhote atölye­si çalışmaları, Arif Kaptan’da çizgi­ye ve konstrüksiyona yönelme çaba­larını yoğunlaştırmıştır. 1955’lerden sonra bu çabaların, soyut araştırma­larla biraz daha geliştiğini görürüz. 1955 sonrası resimlerinde Arif Kap­tan, soyutlama çabalarını daha ileri bir noktaya götürür, buruşturulmuş kâğıt üstüne pastel ve suluboya uygu­ladığı resimleri kadar, dikey doğrular­la oluşturduğu yağlıboya çalışmala­rında da doğayı anımsatmayan salt soyut bir anlayışı benimser. Bu tür re­simleri için şöyle der: “Ben içimi sar­mış soyut bir tabiata bakıyorum. Ora­dan hareket ediyorum, daima görül­memiş, keşfedilmemiş bir armoniye varmak istiyorum. Şimdiki resimle­rimden de çılgınca tabiatı sevdiğim zamanlardaki gibi aynı zevki alıyo­rum, aynı heyecanı duyuyorum.” Bu sözlerinden de anlaşılacağı gibi Arif Kaptan, soyutu, yaşamdan kopuk bir biçimler düzenlemesi olarak gör­müyor, tersine, yaşamla bu soyut bi­reşimler arasında bağlantılar kura­cak yoğun bir duyarlığı amaçlıyordu. İlk çalışmalarının doğaya açık bir çiz­gi üstünde gelişmiş olması, sonraki so­yut dönemi için de bir tür soyut doğa imgesini ön plana çıkarmış ve bu yol da kararlı, bilinçli bir yol izlemesini kolaylaştırmıştır.

sami yetik.jpg

Sami YETİK

Sami Yetik
(1878-1945) Bir süre Mekteb-i Mülkiye’ye gittikten sonra buradaki eğitimini yarım bırakarak Kuleli Askeri İdadisi’ne geçmiştir. 1896’da ise Mekteb-i Harbiye’ye geçen sanatçı, 1898’de mezun olmuş, 1899’da da Eyüp Askeri Baytar Rüştiyesi’ne resim öğretmeni olarak atanmıştır. 1900’de Sanayi-i Nefise Mektebi Resim Bölümü’ne giren sanatçı, 1906’da mezun olmuş ve resim öğrenimi için Paris’e gönderilmiştir. 1912’de Türkiye’ye dönerek Kuleli Askeri İdadisi’ne resim öğretmeni olarak atanmıştır. Yetik, savaş konulu resimlerinin yanı sıra Türk köy yaşamıyla ilgili resimler de gerçekleştirmiştir. Başlangıçta İzlenimci anlayışa yakın olan sanatçı daha sonraki dönemlerde Gerçekçi bir anlayışa yönelmiş, ancak figürün iç dünyasıyla da ilgilenerek daha geniş ve daha rahat fırça vuruşları ve doğaya uygun renk anlayışıyla çalışmıştır. Türk Ressamlar Cemiyeti’nin kurucu üyelerindendir.

can-goknilin-50-sanat-yili-sergisi-12.jp

Can GÖKNİL

Can Göknil   Türk ressam ve yazar. Ankara'da doğan sanatçı, 1966 yılında İstanbul, Arnavutköy Kız Koleji'den mezun oldu. Resim çalışmalarını, bir rastlantı sonucu tanıştığı ressam-seramik sanatçısı Seniye Fenmen'in atelyesinde, lise yılları boyunca sürdürdü. Bu konuda bilgisini geliştirmek üzere Amerika'ya gitti.

1968 yılında Knox College, Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Ana Sanat Dalı Bölümü'nden, B.A. derecesinde mezun oldu. Ardından The City College of City University of New York, Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Ana Sanat Dalı Bölümü'nü master programında bitirdi.

 1973'te Türkiye'ye döndüğünden bir yıl sonra ilk resimli öykü kitabı olan Kirpi Masalı'nı yayımladı. Göknil kariyeri boyunca resim çalışmalarının yanı sıra okul öncesi çocuklar için hem yazıp hem resimlediği kitaplar yayımladı. 2015'te ALMA Ödülleri'ne aday gösterildi. 2016 yılında Ege Üniversitesi, Kağıt ve Kitap Sanatları Müzesine "Çocuk Dünyasının Ressamları ve Kitapları" adıyla ek bölüm oluşturdu.

 İlk sergisini Melda Kaptana Sanat Galerisi'nde açtı. Uluslararası kitap resimleme yarışmalarında çeşitli ödüller kazandı. Kişisel resim sergileri düzenledi, karma sergilere katıldı. Birçok müzede ve koleksiyonlarda çalışmaları yer aldı. Can Göknil mitolojiye, Türk kültürüne ilgi duyar ve bu konularda yaptığı uzun araştırmalara dayanarak sergilerini hazırlar.

Sanatseverler, onun yapıtlarını izlerken, üzerinde çalıştığı konuya ait bir kitabı da görsel olarak okumuş gibi olurlar.

2 Ekim - 4 Kasım 2001 tarihleri arasında PG.Art Sanat Galerisi'ndeki Akkızlar - Karakızlar sergisinde olduğu gibi, bu izlekler, onları geçmişlerini tanımaya, sorgulamaya götürür. İzleyici üzerinde bu etkiyi yaratmak, sanırım her sanatçının varmak istediği noktadır

Türkiye'de yaklaşık olarak elli, yurt dışında ise İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Macarca, Almanca, Flamanca ve Arapça olarak altı resimli kitabı yayımlandı.

Resim kariyerinde ise Londra'da Victoria & Albert Müzesi'nde, San Marino'da Museo d'Arte Moderna'da, Tokyo'da Chihiro Müzesi'nde, New York'ta Schenectady Müzesi'nde, Bulgaristan'da Gabrovo Mizah Müzesi'nde ve Türkiye'de çeşitli koleksiyonlarda eserleri bulunmaktadır.

M ALİ LAGA.jpg

M.Ali LAGA

MEHMET ALİ LAGA (1878, Trablusgarp – 1947 İstanbul)

 Trablusgarp’ın ‘’Zafirizade’’adlı soylu bir aileden gelir. İlk ve ortaöğrenimini Kuleli’de tamamladı. 1898’de Harbiye’den piyade mülazımı olarak mezun oldu. Trablusgarp’a gönderildi. 1907’ye kadar kaldığı burada kolağası rütbesine yükseldi. Aynı yıl İstanbul’a döndü. Hassa ordusu genelkurmayında görev aldı. Meşrutiyetin ilanında Kuleli İdadisi resim öğretmenliğine verildi. Sonra aynı göreve Bursa Lisesi’nde devam etti. Öğretmenlikten 1924’te emekliye ayrıldı. Sanata ilgisi küçük yaşlarda başladı. Boş zamanlarında sürekli desen çizerek ilk çalışmalarını gerçekleştirdi. Kuleli’de resim derslerine gelen Hasan Rıza, onunla yakından ilgilendi. Harbiye’de Hoca Ali Rıza’nın yakın desteğini gördü. Harbiye’de okul sıralarını paylaştığı Sami Yetik ile sonraki yıllarda giderek pekişen bir dostluk kurdu. Osmanlı Ressamlar Cemiyetine katıldı. Balkan savaşları sırasında, Sami Yetik’le Edirne’de bulundu. Edirne düşünce, iki arkadaş bir süre Sofya’da tutsak hayatı yaşadılar. Resimleri, Sofya Akademisi öğrencilerinin dikkatini çekti. Sami Yetik, Mehmet Ali Laga’dan söz ederken ‘’şeyda-yı sanat’’ ya da ‘’büyük ruhlu Mehmet Ali’’ deyimlerini kullanır. Peyzaj türünde yoğunlaşan resimlerinin bir bölümü özel koleksiyonlara dağılmış olmakla beraber, çoğu ailesinin elinde bulunmaktadır. Yağlıboyanın yanında suluboya türündeki çalışmaları da, onun tekniğine hakim bir sanatçı olduğunu gösterir. C.E.Arseven onu, ‘’güçlü bir izlenimci’’ olarak tanımlar. Batı etkisindeki resim sanatımızın ilk renkçi ustaları arasında yer alır. Özellikle sahil görünümleri, karaya vuran dalgaların köpüklü etkisi, küçük tabakalar içinde meyve grupları, seçtiği başlıca konulardır. İstanbul, Bursa ve Edirne gibi yörelerin tarihsel yapılarını, doğa güzelliklerini ele aldığı tabloları, çağdaş resim sanatımızın asker kökenli sanatçılardan sivillere aktarılan gelenekçi yönünü temsil eder.

mahmut cuda 28x48kukk.gif

M.CUDA

Mahmut Celalettin Cuda 


1904 yılında Antalya'nın Fethiye ilçesinde doğdu. Orta öğrenimini İstanbul Darüşşafaka'da yaptı. 
1918 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi'ne girerek Hikmet Onat ve İbrahim Çallı atölyelerinde resim öğrenimi gördü. 
1923 yılında gittiği Münih'te, Ali Çelebi ve Zeki Kocamemi ile birlikte, Hans Hoffman atölyesine devam etti. 1925 yılında yurda döndü. Yurda döndükten sonra burs kazanarak Paris'e gitti ve burada Lucien Simon'un öğrencisi oldu. 
İstanbul'a dönünce Güzel Sanatlar Akademisi'nde, Namık İsmail'in yanında yardımcı öğretmen olarak meslek hayatına atıldı. 
Müstakiller Grubu'na katıldı. Akademi çevresiyle anlaşamadığı için bu görevinden ayrıldı. 
Bursa Kız Öğretmen Okulu'nda resim öğretmenliğine başladı. Oradan Kırklareli'ne geçti. 1931'de askerliğini yapmak üzere İstanbul'a döndü. 
Edebiyat Fakültesi'nde kartogral-haritacı olarak görev yaptı. 1939'dan başlayarak Yeni Adam dergisinde kapak kompozisyonları yaptı. 
1942'de Türk Ressamlar ve Heykeltraşlar Cemiyeti'nin kurulmasında öncü oldu. CHP'nin yurt gezileri programında önce Trabzon'a, 1943'te de Bitlis'e gönderildi. Türk Ressamlar ve Heykeltraşlar Cemiyeti'nin 1943'te akademi salonlarında düzenlenen sergisi ilgi topladı. 
1944'te 6. DRHS'de ikincillk ödülünü aldı. 
1950'de Türk Ressamlar Derneği'ni kurdu. Derneğin İstanbul dışında karma sergilerini düzenledi. 1952'de sekiz sayı sürecek olan Güzel Sanatlar dergisini yayınladı. Eleştirel görüşlerini ve Akademi grubuna karşıt fikirlerini içeren Kılavuzun Böylesi (tarihsiz) ve Bir Bardak Yağmur Suyu İçiverin Gitsin (1973) adlı kitapçıkları çıkardı. 
1956'da serbest sanat kursları düzenledi. 1969'da Edebiyat Fakültesi'ndeki görevinden emekliye ayrıldı.26 Mart 1987 tarihinde İstanbul'da vefat etti.

HAKKINDA YAZILANLAR
Mahmut Cuda, sanatta kübist-konstrüktif biçimleri savunan Müstakiller Grubu içinde, inşacı sanatı kendi özgün kimliğiyle yorumlayan bir sanatçı olarak belirir. 
Ölü doğa resimleriyle seçkinleşen bu yorum biçimi plan, hacimsellik, kitle ve mekan kavramlarına, klasik sanat geleneğinin de katkıda bulunduğu bir etüd titizliği içinde yaklaşır. 

İBRAHİM BALABAN (1).JPG

İbrahim BALABAN

(1921, Bursa - 9 Haziran 2019 İstanbul), Türk ressam ve yazardır.

1921'de Bursa - Seçköy, Osmangazi'de dünyaya geldi. Doğduğu köyün 3 yıllık okulunda eğitim gördü. 1937 yılının son günlerinde, henüz 16 yaşındayken hint keneviri yetiştirmek suçundan cezaevine girdi. Cezaevinde kendini avutmak için resim çizmeye başladı. Resimlerini zeytinyağına batırdığı renkli kalemlerle yapıyordu. Altı ay hapis ve 16,000 lira da para cezasına çarptırılmıştı; ancak para cezasını ödeyemeyince, para cezası üç yıl mahkûmiyete çevrildi. Cezasının bitmesine çok az bir zaman kala dört mahkûmun saldırısına uğrayan Balaban, cezaevinden çıktıktan sonra evlendiği gün düğün evini basan hasmını öldürmesiyle yeniden cezaevine girdi. 1942 ile 1944 ve 1947 ile 1950 yılları arasını Bursa Cezaevi'nde geçirdi.Cezaevindeyken önce babası Hasan Çavuş'un cinayete kurban gittiği; daha sonra da doğumda karısının öldüğü ve çok kısa bir süre sonra da çocuğunun ölüm haberlerini aldı.

Ateşin Başında Balaban, Bursa Cezaevi'nde kendisinden 20 yaş büyük olan Nâzım Hikmet'la tanıştı. Onun desteği ve ilgisi sayesinde resim yeteneği ortaya çıktı ve gelişti. Nâzım Hikmet, Orhan Kemal’i hikâyeci, Balaban’ı ise ressam olarak yetiştirmek istiyordu. İbrahim Balaban cezaevinde resmin yanı sıra felsefe, sosyoloji, ekonomi-politik konularında pratik bilgiler edindi. Ressam, yedi yıl süren Nâzım Hikmet'li günlerini ileriki yıllarda yazdığı Şair Baba ve Damdakiler kitabında anlatmıştır. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda sahneye konan "Aslolan Hayattır" adlı tiyatro oyununda ve "Mavi Gözlü Dev : Nâzım Hikmet" adlı sinema filminde (Yönetmen: Biket İlhan) bu kitaptan alıntılar vardır. Ayrıca kitabı yazar Haldun Çubukçu tarafından oyunlaştırılmış ve yönetmen Ayşe Emel Mesci tarafından sahneye konularak 2011 yılında Ankara Devlet Tiyatrosunda sahnelenmiştir.

Balaban, “Sanat yaşantının izdüşümüdür. Konu bir özdür, her öz kendi kabuğunu yapar. (Yani sanatsal biçimini oluşturur.) “ kuramını ortaya koymuş ve sanatını bu kuram üzerine oturmuştur. İlk sergisini 1953'te İstanbul’da, Fransız Kültür Merkezi'nde açtı. Sonraki yıllarda hem Türkiye'de, hem de yurt dışında pek çok sergi açtı. 1961'de Yeni Dal Grubu sergisindeki bir tablosundan dolayı yargılandı, ancak aklandı. Yine 1968'de Gazi Dergisi'nde basılan bir tablosundan dolayı yargılandı; ondan da aklandı. 1969’da Adana’da sergilediği resimleri saldırıya uğradı.Resim eleştirmenleri kendisini "Anadolu insanının yaşamından ve halk efsanelerinden yola çıkarak toplumsal gerçekçi yapıtlar üreten ressam" olarak tanımlarlar. Balaban, sanat hayatını Dağınık, Nakışsı, Ağır Aksak, Oyuncaksı, Tutsak, Özgürlük gibi dönemlere ayırır. Önceleri köy yaşamının yoksulluğunu, köylü üretim araçlarını resmeden sanatçı, giderek destanlara, halk inançlarına, kahramanlarına, söylencelere, mitolojiye uzanır. Giderek kente göçü, kentteki yaşam ve demokrasi mücadelesini ele alır. Son dönemde Anadolu Erenleri ve Bereket Anaları'nı resimler.

Bugüne kadar iki binden fazla tablo ve bunun birkaç katı desen üretti; kendisi aynı zamanda yazar olup, yayınlanmış 11 adet kitabı bulunmaktadır.Ressam, son olarak desen çalışmalarını 2005'te İstanbul'da sergilemiştir. Bu desenler Balaban-Yaşamın Çizgileri / Desenler (Remzi Oğuz Yılmaz) kitabında toplanmıştır.

1990 yılında yayınlanan İbrahim Balaban-yaşamı sanatı anılar yankılar (Ahmet Köksal) kitabından sonra; resimlerini içeren Balaban-Yaşantının İzdüşümü (Zafer E. Bilgin) 2008 yılında yayınlanmıştır. Oğlu Hasan Nazım Balaban ve Zafer E. Bilgin tarafından hazırlanıp 2009 yılında yayınlanan Balaban-Bir Ressam Yunus Emre kitabı kendisi hakkında yayınlanmış şiir, yazı, makele, kitap ve ansiklopedilerden derlenmiş yazıların toplandığı bir başvuru kitabıdır.

Hapiste birlikte yattığı Nâzım Hikmet de, onun "Bahar" adlı tablosundan etkilenerek "İbrahim Balaban'ın Bahar Tablosu Üstüne" adlı şiiri yazacaktır: "İşte seyreyle gözüm, hünerini Balaban'ın /.......... /İşte sürülen toprak / İşte insan: / dağın, taşın, kurdun kuşun efendisi. / İşte çarıkları, işte poturunda yamalar / İşte karasaban. / İşte sağrılarında kederli, korkunç oyuklarıyla öküzleri. / On yıl mapusta yattı ama, kaybetmedi umudunu Balaban. / İşte Seç köyünden Ali'nin kızı geliyor al taylarıyla tarlaya. " Ayrıca Nâzım Hikmet, İbrahim Balaban'ın "Mapushane Kapısı" ve "Harman" tabloları için de birer şiir yazmıştır.

Mart 2008'de vizyona giren Reis Çelik'in yönetmenliğini yaptığı "Mülteci" filminde "Bülbül Hoca" rolüyle yer almıştır. İkinci evliliğinden iki erkek, bir kız çocuğu ve beş torunu vardır. 1955 doğumlu oğlu Hasan Nazım Balaban da kendisi gibi ressamdır. Sanatçı 9 Haziran 2019'da Güngören, İstanbul'da tedavi gördüğü hastanede 98 yaşında ölmüştür. Cenazesi İstanbul'da Şişli Camii'nden kaldırılarak memleketi Bursa'ya gönderilerek memleketi Osmangazi ilçesine bağlı Seçköy'de defnedilmiştir.

süleyman iyigül (1).jpg

Süleyman İYİGÜL

Süleyman İYİGÜL Biyografi
1948 de Ankara’da doğdu.
1968 Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü'nü kazandı.
1971 yılında biten Eğitim sürecinde Adnan Turani, Turan Erol, Mustafa Ayaz,Nevide Gökaydin, Hidayet Telli, Kayıhan Keskinok, Mürşide İçmeli, Muammer Bakır, Hamza Inanç, Nevzat Akoral, Mustafa Tömekçe ,Burhan Akar,H.Fehim Özcan,Cengiz Kan gibi yetkin sanatçı-eğitimci kadrosundan çok seyler ögrenerek ve özellikle sanatın günübirlik eğlence işi olmadiğını, sanatın insan yaşamını saran sarmalayan en üst düzeyde insanî etkinlik olduğunu özümleyerek mezun oldu. Ayrıca öğretmenligin önemine ve gerçek anlamda kutsallığına inanarak mesleğine başladı. Çünkü okuduğu her okulda hayatında önemli izler bırakan, öğrencileri için pek çok özveriye katlanabilen çok nitelikli, donanımlı öğretmenlerin öğrencisi olma şansını bulmuştu.
1971 Samsun Ladik Akpınar İlköğretmen okuluna resim öğretmeni olarak atandı.
1980 yılında Niğde Eğitim Enstitüsü’nde ,Niğde Eğitim yüksekokulunda ve Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Öğretim görevlisi olarak görev yaptı.
1987 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi’nde Lisans tamamladı.
Sanat tarihi dalında yükseklisans programına devam edip,tez aşamasında bırakmak durumunda kaldı.
1992 yılından itibaren Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Öğretim görevlisi olarak görevlendirildi .
2003 yılında bir yıl bölüm başkanlığı görevinide yürüttüğü resim-iş anbilim dalındaki görevinden ayrılarak emekliye ayrıldı.
Bugüne kadar pek çok sergi ve yüzlerce karma ve grup sergisinde eserleri yer aldı.
Sanatçı ülkemizde düzenlenen pek çok sergi ve yarışmada jüri üyeliği görevleri üstlendi. Sempozyum ve panellerde bildiriler sundu.
2003 yılından itibaren sanatla ilgili pek çok konuda etkinliklerde bulundu ve kişişel resim kursları düzenle’di . Halen doğa ve sanat ile iç içe bir yaşam sürerek sanatçı kişiliğinden gelen kültür ve birikimlerini sevdikleriyle paylaşmaktadır.

leopold levy 23x30 köprü-küçm.jpg

Leopold LEVY

Léopold Lévy (1882, Paris - 1966), Fransız ressamakademisyen.

Tüm fertleriyle sanatçı ya da sanatsever bir ailenin son çocuğudur. Gençliğinin ilk yıllarında lise döneminde yaptığı ilk resim, evlerinde asılı bulunan Fransız ressam Gustave Courbet’nin çalıştığı kopya resmidir. Aynı yılda liseyi,aralıksız resim yapmak ve müzeleri gezerek sanat çevreleri ile iç içe olmak üzere terk etti. Louvre Müzesi’ndeki ressamlarla arkadaş oldu. Kısa sürede; 1898 yılında sanatçı ve yazarların çevresine girdi. Onlarla ileriki yaşamında da sürecek dostluklar kurdu. “Salon des Independans” sergisinde O’nu üne kavuşturacak “Kapı” tablosunu 1899 yılında yaptı. Matisse ‘in çok beğendiği tablo serginin baş köşesine asıldı. 1909’da kendisinden gravür’ün inceliklerini öğrendiği Heyman ile tanışarak Güzel Sanatlar Derneği’nin üyesi oldu ve sürekli olan sergilerine katıldı. En önemli yapıtlarını ürettiği askerlik yıllarında İzlenimcliğin doruğa çıktığı 1914’lü yıllarda kendisinin kübistlerle aynı çalışmaları yaptığı bilinmektedir. Levy’nin sanatında coşku heyecan ve lirizmin başladığı dönem ise; Akdeniz kıyılarını keşfetiği dönemdir.Çok sayıda resim ve gravür sergisi açtığı 1923 yılından sonra sanat dünyasında tanınmaya başladı.Lucretius’un Rerum Natura’sını 41 gravürü ile resimledi. Normandiya Trasatlantiği’nde dekorasyon işlerinde çalıştı.1936 yılında ‘Legion D'Honneur Nişanı’ ile şövalye oldu. Aynı yıl Türkiye’ye çağrıldı.1936 yılında Türkiye’ye çağrılan Lévy, ancak 1937 ocak ayında Güzel Sanatlar Akademisi’nde göreve başladı. Resim bölümü başkanlığı görevini üstlendi. Üç yıllık anlaşması tam on üç yıl sürdü. O devirde Akademi Müdürü Burhan Toprak’ın dışında bölüm başkanları ya da kısım şefleri yabancı idi: İç Dekorasyon Bölümü Şefi Fransız L. Sue, Mimari Bölümü Başkanı Alman Taud, Heykel Kısmı Şefi ise Alman Belling’di. Kendisine asistan olarak, daha önce Paris’te bulunmuş Sabri BerkelCemal TolluBedri Rahmi EyüboğluNurullah Berk ve Şefik Bursalı’yı seçti. İlk yılında gravür atölyesi kurdu. Neşet GünalFethi Karataş ve Fethi Kayaalp, bu atölyede yetiştiler. Öğrencilerine “sanat”ın, “resim”in ne olduğunu. onlara kesinlikle bir başkasını taklit etmemeleri gerektiğini sürekli telkin etti. Sanatın sürekliliğini sağlayan yasaların değişmediğini, değişimin sadece ifade biçimleri olduğunu anlatmak için uğraştı.Bursa’da da bir resim atölyesi açılmasına önayak oldu. Akademi’de bir kitap bölümünün açılması için çaba göstererek, Atatürk’ün emriyle açılmasını sağladı. Beşiktaş’taki Resim ve Heykel Müzesi’ni tanzim etti.: 

Pierre BonnardAndré DerainMarquetSegonzeaBraquePicassoMatisse ve Dufy gibi dünya çapında ressamların eserlerinin müzeye kazandırılmasındaki çabası büyük oldu. İstanbul’un otantik, bozulmamış yerlerinden peyjzajlar yaptı.1947’de Ankara Operası için Boğaziçi’nin bir gravür’ünü yaptı. Ahmet Hamdi TanpınarNurullah AtaçYahya Kemal BeyatlıSabahattin AliFikret AdilArif DinoAbidin Dino Güzin DinoNadir Nadi ve Berin Nadi gibi Türk dostları olan sanatçı II. Dünya Savaşı bitiminde 1949’da istifasını vererek Fransa’ya; yetiştirdiği öğrencileri Nuri İyemAvni ArbaşSelim TuranTiraje Dikmen ve Nejad Devrim gibi o dönem genç kuşak ressamlara resim dillerini bulmalarında bir usta olarak, katkıda bulunmuş olarak döndü.Ölümünden altı ay önce İstanbul’a gelen ve Aralık 1966’da Fransa’da ölen Levy, eserlerinin değerlendirilmesi için vasiyetnamesinde öğrencisi Tiraje Dikmen’i görevlendirdi. Levy için öğrencilerinden Turgut Atalay: “…O’ndan iyisi Türkiye’ye gelemezdi. Her dersi bir konferanstı" der

Aynı dönemde akademide görev yapan İbrahim Çallı ise Levy'nin eğitim yaklaşımını sert bir dille eleştirmiş, iddialara göre emekliliğe sevk edilmesinde bu tavrının payı olmuştu. 2 Ağustos 1947'de Her Hafta dergisinde yayımlanan röportajda Çallı "Leopold Levy, peyzajist ve gravür sanatkarıdır. Fakat hiçbir zaman ve asla akademi hocası değildir" diyordu. Levy'yi zengin renk kullanımından kaçınmak, bu tavrını öğrencilere dayatmak, kişilik kazanamadan mezun olmalarına yol açmakla suçluyordu.

nazmi dayan50x65 tüyb.jpg

Nazmi DAYAN

Nazmi DAYAN (1893-1963) (50 x 65 düyb (Zağanos Paşa Camii-Balıkesir)) Hikmet ONAT ve Leopold LEVY talebesi,dikkatiyle Türkiye Cumhuriyeti Başvekili ismet Paşanın hayatını kurtaran ressam. ZAĞANOS PAŞA CAMİİ (ATATÜRK’ÜN 7 Şubat 1923 Çarşamba günü Zağanos Hutbe okuduğu camii) (Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanları içinde cami minberinden konuşma yapan Tek Cumhurbaşkanıdır.)

                         Yıllarca İstanbul Belediyesi İmar Müdürlüğü ressamlığında bulundu. .İstanbul ansiklopedisinde emeği bulunmaktadır. 1893 de Aydında doğdu, Karaosmanoğulları ailesinin Osman Nuri Efendi kolundandır, Türkiyenin ilk mektebli avukatlarından biri olan Osman Nuri Efendinin büyük oğlu Mehmed Kemaleddin Beyin oğludur; Mehmed Kemaleddin Beyin küçük kardeşi ve Nazmi Dayanın amcası Abdülgani Seniy de bir muharrir ve diplomat olarak Memleketimizin tanınmış simalarındandır.Bir maarifci ve muhasebeci olan babası memuriyetlerle dolaşır iken, Nazmi Dayan, ibtidai, rüşdi ve idadi tahsilini taşrada görmüş, hocalarından biri de orta bir hattat, amatör bir ressam, kanun, ney ve santur çalan ve musiki bilgisi hayli derin olan babası olmuştur.

1911 de on dokuz yaşında bir idadi talebesi iken, gönüllü olarak Balkan Harbine iştirak etti, yaralandı, yaralı iken zatürrieye tutuldu, nekahat devrinde tebdilihava için, Beyrut mektubcusu olan amcası Abdülgani Seniy'in yanına gitti. Birinci Cihan Harbi başlangıcında Beyrutta idi, odun kömür tevzii teşkilâtına memur edildi, Kudüs, Gazze, Nablus ve havalisini dolaştı, Beyrutda ingilizlere esir düşdü ve sivil esir olarak enterne edildi; îzmirin işgali haberinden sonra, içlerinde bir çok zabit de bulunan sekiz kişilik bir kaafile arasında ve ermeni muhacirleri ile beraber bir rus gemisi ile İstan-bula kaçtı, Anadoluhisarında, Anadoluya gidüb milli orduya katılmak isteyen Kuleli Askerî idadisi talebelerini Anadoluya kaçırmak için delâletde bulunan gizli teşekilâtda çalışdı. Babasından resim yapmasını çocuk iken öğrenmiş, fıtrî istidadı ile bu hünerini inkişaf ettirmişti, Aşiyan Sultanisi ile Menbaülirfanda resim muallimi oldu; zaferden sonra îzmirde yerleşti, orada, 1925-1926 arasında aslen Aydınlı Fıtnet Hanım isminde bir muallime ile evlendi ki ancak ondört ay beraber yaşadığı bu hanımdan bir oğlu oldu.
İzmirde merhum Fethi Okyar'ın liderlik etdiği Serbest Fırka'ya intisab etti, en faal azalardan biri oldu, fakat, muhalefet faaliyeti ile kendi lâik ve inkilâbcı düşünceleri arasında bir yakınlık göremiyerek partiden ayrıldı, Beyrutda tavattun etmiş bir mısırlı ile evli bulunan hemşiresinin yanma gitti, 1930-1931 yıllarını orada geçirdi, küçük bir tabeleci-ressam atölyesi açdı;bu küçük atölyenin müşterileri arasında Hırant Canikaya isminde bir ermeni tanıdı, kalpak giyen ve başı daima önüne eğik yürüyen, sırtında daima bir cerkes gömleği bulunan ve her iki elinin baş parmakları gerisinde dövme ile birer gemi çapası yapılmış olan bu adamın anî olarak bir Yunanistan seyaha-tına çıkması nazarı dikkatini celb etti, ki o sırada, Türkiye Cumhuriyeti Başvekili ismet Paşa da, Elefterios Venizelosun Ankara ziyaretini iade etmek üzere Atinaya gitmek üzere idi. Nazmi Dayanın şübhelerini şöyle bir hâdise tahrik etmişti; Beyrutdaki atölyesinde tabî ce-sametde Gazinin bir tam portresini yapmış idi, bu portre, atâlyenin gayet loş olan iç odasında duruyordu, Hırant Canikyan, ressamı bir ziyaretinde, açık ara kapudan loşluk içindeki bu Gazi protresi ile gözgöze gelmiş ve boş bulunarak elini tabancasına atmıştı. Nazmi Dayan, şübhelerini Türkiyenin Beyrut konsolosluğuna bildirdi, bir müddet sonra istanbul zabıtası, rıhtıma yanaşan romanya vapurundan, Yunanistandan dönmek üzere bulunan ismet Paşayı vuracak bir taşnak komitecisini tevkif etmiş, fakat bu adam, bir iki dakika için izin alarak girdiği vapurun ayak yolunda kendisini bel kayışı ile boğarak intihar etmişti, bu komiteci Hırant Canikyan idi, vak'a şöyle cereyan etmişti; Ressamın îkazı üzerine konsolosluk merkezi haberdar etmiş, eşkâli Yunan Hükümetine bildirilen adam Yunanistana sokulmamış, Canikyan Romanyaya geçmiş, ve hiç umulmayan bir istikâmetden Istanbula girmeye çalışırken yakalanmıştı.

1932 de vatana dönen ressam, sanat tahsilini tamamlamak üzere Güzel Sanatlar Akademisine girdi, üç sene Hikmet Onat'm bir sene de Leopold Levy'nin atölyelerinde çalıştı (1934 -1937); bu arada İmâr Müdürlüğü muakkad kadrosuna da imtihan ile ressam olarak alınmıştı ki, ancak 1940 da asli kadroya geçebildi.
Ressam Nazmi Dayanın en güzel eserlerinden biri 1949 da başlanmış olan Behçet Elver'in portresidir, ki B. Elver o tarihde onyedi yaşında bulunuyordu ve İstanbul Ansiklopedisi bürosunda-çalışıyordu.
Pek cüzî bir maaş ile emekliye ayrıldığında geçim yolunda yurd gezilerine başlamış. Türkiyenin hemen her vilâyet merkezinde konulan yurd âbideleri, yurd güzellikleri ve Türkiye Tarihinden hamârî sahneler olan eserleri ile resim sergileri açmış, geniş ilgi toplamışdır; sergiler için gezip dolaşır iken de durmadan çalış, yeni tablolar yapmışdır. Ucuz nakil vâsıtaları ile yapılan seyahatler ve yaşlı sanatkârın geçim kaygusu boyun ve omuzlar nahiyesinde bir halis kanser doğurmuş ve sanatkâr yapılan bir ameliyatdan az sonra 1963 yılında yine sergi açmak için çıkdığı uzun bir seyahatin ilk merhalesi olan Ankarada bir otel odasında vefat etmişdir; ölümünde 70 yaşında idi.

Atatürk’ün Zağanos Paşa Camii’nde okuduğu hutbenin bir bölümü sarı pirinç levha üzerine yazılıp, aynı caminin dış giriş kapısının sağ tarafındaki duvara monte edilmiştir.Bu arada eşi Latife Hanım’la birlikte kaldıkları Sâcitzâde Mahmut Bey’in evinde namazını kılması için Gazi Paşa’ya bir seccade ile bir tespih hediye edilmiştir. Bu seccade halen Balıkesir Kuvay-ı Millîye müzesinde bulunmaktadır.
ZAĞANOS PAŞA 
Esas adı Mehmet olan Zağanos Paşa, Fatih Sultan Mehmet devri paşalarındandır. Yabancı bir isim gibi görünen bu kelime aslında Şahin kuşunun bir cinsi olan Zağanüs Türkçe kelimesidir. Bunun yanında Doğana da Türklerde Zağnos denirdi. Tarihte de Zağnos Mehmed Paşa diye anılır.Fatih devrinde Trabzon’un fethinde Donanma Komutanı olarak görev yapmış, Balıkesir’de vefat etmiştir. Türbesi hanımıyla beraber sağlığında yaptırmış olduğu aynı caminin avlusundadır. Türbenin küçük bahçesinde de oğul ve torunları yatmaktadır.
Türbenin kapısındaki kitabede, ‘Fatih Sultan Mehmed Han Hazretlerinin Dâmâdı Gazi Zağnos Muhammed Paşa’nın Türbe-i Şerîfi’dir’ diye yazıyor. 

ZEHRA SAY.jpg

Zehra SAY

Zehra Say, Fazıl Say'ın büyük teyzesi, Ressam Emel Say'ın annesi olan Türk Kadın Ressam. 1925 yılında İzmir Öğretmen Okulu'ndan mezun oldu. Türk Medeni Kanunu 17 Şubat 1926’da kabul edildi ve 18 Şubat 1926’da da 20 yaşındaki Zehra Hanım kendisi gibi öğretmen Fuat Say’la Ankara’da resmen nikâhlandı. Eski Türkçe yazıyla doldurulan evlenme belgesindeki nikâh tanıkları ise Tunalı Hilmi ve Erzurum Mebusu Mahmut Bey. Zehra Say, resmi nikahla evlenen ilk Türk kadınıdır.
Evlendikten sonra eşinin de desteği ile İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ne devam etti. 1929'da mezun olduğu İDGSA Resim Bölümü'nde, Namık İsmail'in atölyesinde resim eğitimi gördü ve resim öğretmeni olarak görev yapmaya başladı. İstanbul Cağaloğlu Kız Lisesi'nde resim öğretmeni olarak görev yaparken Akademi'nin Süsleme Sanatları bölümünde de sanat eğitimi gördü. 1929-1969 yılları arasında 36 yıl boyunca resim öğretmenliği yaptı. 1960 ve 1970 yılları arasında aralıklı olarak Amerika Birleşik Devletleri'nde resim çalışmalarında bulundu.
İlk resim sergisini öğretmenlikten emekli olduktan sonra İstanbul A Galeri’de açtı. MSÜ Onur Kurulu üyesi olan Zehra Say, resimlerine doğaya olan sevgisini yansıttı. Resimlerinde Erdek, Emirgan ve Ortaköy gibi bir çok yerleşim birimine yer verdi. Nemrut Dağı ve Hawaii adalarının fotoğraflarından çalıştığı bir çok eser tamamladı. 50 yıllık sanat yaşamında 10 kişisel sergi açan Zehra Say, çok sayıda karma sergiye katıldı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından Fuar Evlendirme Dairesi girişinde evliliği simgeleyen “Çifte Kumrular” heykeli Türkiye’nin ilk resmi nikahlı kadını olan Zehra Say ile eşi Fuat Say anısına dikilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde İlk Resmi Nikâh
İnsan yaşamında her şeyin bir ilki vardır. İlk aşk, ilk araba ya da ilk çocuk. Bunlar insanın hayatında önemli bir yere sahiptir. Şimdi sizlere Türkiye Cumhuriyetin'de kıyılan ilk resmi nikâhtan bahsedeceğim.
İşte İlk Resmi Nikâh'ın Belgesi
Belgede yer alan kadın Zehra Say ve kendisi Türkiye’nin ilk resmi nikâhlı kadını. Türk Medeni Kanunu 17 Şubat 1926’da kabul ediliyor ve 18 Şubat 1926’da da 20 yaşındaki Zehra Hanım kendisi gibi öğretmen olan Fuat Say’la Ankara’da resmen nikâhlanıyor. Eski Türkçe yazıyla doldurulan evlenme şaadetnamesindeki nikâh tanıkları ise Kavaklıdere Şarapları sahibi Tunalı Hilmi ve Erzurum Mebusu Mahmut Bey...
Zehra Say, “ Nikâhlandığı dönemde Çarliston modasının etkili olduğunu ve kendisinin de modaya uyarak mini etek giydiğini” söylüyor ve şöyle diyor: " Her hanımın resmi nikâhlı olması için büyük çaba harcayanları yürekten kutluyorum ve nikâhsız evliliklerin artmasına üzülüyorum.” Zehra Say, 1928’de İstanbul'a gelerek Güzel Sanatlar Akademisi’ne giriyor ve Namık İsmail Atölyesi’nden mezun oluyor. Zehra Say’ın bugün duvarları süsleyen 300 yapıtı var. Amerika’da da 4 yıl ressamlık yapan Zehre Say, dönemin Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Avni Akyol’dan “Türk sanatına 50 yıl hizmet verdiği için “ onur plaketi almış. Bundan sonra da kendisini emekliye ayırmış. Zehre Say emeklilik üstüne şunları söylüyor:“İlk Resmi Nikâh’ın Belgesi Artık kendimi çalışamayacak oranda yorgan hissediyorum. Bu bakımdan kendimce güzel anılarımla buluşarak günlerimi geçiriyorum. Şimdiye kadar yaptığım tüm resimlerim satıldı. Kızım, eşim ve oğluma ait olanlar ise evimin duvarlarında. Onlarla çoğu zaman konuşur, yaşar gibi oluyorum.”

Sergilerimiz

Sakın Kaçırmayın

Art Gallery1

KOLEKSİYONER

Koleksiyonerin belirli bir nesneyi seçmesi veya bir alana yönelmesi yalnızca tesadüfe dayanmaz. Toplanan nesnelerle, toplama davranışı arasında dolaylı ve doğrudan bağlar görülür. Yine de koleksiyonerin neden bu davranışa yöneldiği ve sürecin nasıl gerçekleştiği merak uyandırır.

Tarihte insanlar ve nesneler arasındaki özel ilişkilerin boyutlarını kavramak için kilit figür olan koleksiyonerlerin temel duygu ve yönelimlerine odaklanmak, sürecin hangi dinamiklerle işlediğini anlamamıza yardımcı olur.

  • Koleksiyoner, koleksiyonunu yaptığı şeylere en başta estetik nedenlerle yaklaşır.

  • Beğeni ve değer atfettiği nesneler aracılığıyla kişisel bir “haz” duyar.

  • Öğrenme ve yarar sağlama ise dolaylı ruhsal kazançlar olarak sayılabilir.

  • Saygınlık ve statü göstergesi olarak toplumsal kazanımlardan da bahsedebiliriz.

  • Biriktirme, mükemmeliyetçilik, ayrıntı merakı, eksikliğe tahammül edememe, tamamlama, kontrol etme ve sahip olma gibi özellikle bireyin çocukluk döneminde filizlenen güdülerle yönlenirler.

  • Çocukluk döneminde çevreye duyulan merak ve hayatı “oyun” olarak algılayış zamanla gelişir ve yetişkin bireyde “toplama”, “biriktirme” reflekslerine dönüşür.

  • Bu güdüler zaman, bilgi birikimi, enerji ve maddi imkanlar gibi motivasyonlarla daha çok pekişir.

  • Koleksiyoner tekrar eden davranışlarıyla, her bireyde temelde varolan “tamamlanma” duygusunu besler.

  • Topladıkları aracılığıyla zaman içerisinde kendini “gerçekleştirir”.

  • Koleksiyonerlik aynı zamanda bir anı ve bellek birikimidir. Toplumsal ve kişisel belleğe katkıdır.

  • Koleksiyoner, yaşamdan kaynaklı çatışma ve zorluklar karşısında koleksiyonu aracılığıyla yepyeni ve farklı bir kimlik kurgulamış olur.

  • Sıradan bireylerin aksine topladıkları nesneleri farklı ve daha özgür yönleriyle ele alıp değerlendirir. Eşyanın yitip gitmesine izin vermez. “Meta” olarak görülen nesnelerin, sıradan kullanımına karşı çıkarak dönüşümünü ve yeniden anlam kazanmasını amaçlar.

  • Koleksiyon yapmak rahatlatıcı, disiplin kazandıran, zamana anlam katan ve yarattığı yeni manevi amaçlar adına bireye önemli katkılar sağlar.

  • Koleksiyoner geleceğe bir miras bırakmış olur.

Ana Sayfa: Sergiler

Koleksiyonerlik
Nedir?

Koleksiyon kelimesi genel tanım olarak “öğrenme, yarar sağlama ya da zevk amacıyla bir araya getirilmiş ve özelliklerine göre sınıflandırılmış, ayrılmış nesnelerin tümünü” ifade eder. Özünde toplanabilen aynı türden nesnelerin, farklı örneklerinin bir araya gelmesiyle oluşur. Pul, para, kelebek, bitki, kitap, antika, sanat eseri gibi birbirinden çok farklı nesneler, kendi alanlarında daha alt türlere göre de toplanabilir. Örneğin bir resim koleksiyoncusu “Cumhuriyet Dönemi ressamlarının yağlıboya boğaz manzaralarını” biriktiriyor olabilir.

Acemi bir merakla beslenip yola çıkan koleksiyoner, topladığı nesneleri; tarihi, kendi dönemi içindeki önemi, üretim tekniği, maddi-manevi değeri, benzersiz oluşu vb. gibi pek çok değerlendirmeyle tasnif eder. Doğal bir çabayla bireysel ilgi alanlarına yönelmiş “kişisel” koleksiyonlar olduğu gibi, profesyonel anlamda artık bir “iş” halini almış, yönetilmesi gereken ve müze vb. mekanlarda sergilenip korunan “kurumsal” koleksiyonlardan da bahsedebiliriz.

Günümüz bilgi toplumu bağlamında iyi bir koleksiyon nasıl olmalıdır?

  • Koleksiyon yalnızca ekonomik anlamda değil, koleksiyonerin vizyonunu yansıtan, uzun yıllara dayalı bilgi, zevk ve tutku birikimi sonucu oluşturulmuş bir derlemedir.

  • Koleksiyoner, öncelikle ilgisi doğrultusunda neyi toplamak istediğine karar vermelidir.

  • Karar verilen alanla ilgili hiç bitmeyecek bilgi ve öğrenme süreçlerine açık olmalıdır.

  • Koleksiyonun, bilgiye dayalı “katı” bir tanımı olmalı, ancak sınırları “esnek” kalmalıdır.

  • Koleksiyonun bir zaman dilimine yönelmesi ve temsil etmesi ona tutarlılık kazandırır.

  • Koleksiyon tanımı ile belirli temaları işleyebilir. Bu temalar daha alt bölümler halinde düzenlenebilir.

  • Koleksiyonun bütününü oluşturan parçalar arasında bağların olması, seçkilerin yapılmasına ve koleksiyona kimlik kazandırılmasına yardımcı olur.

  • Koleksiyondaki parçaların orijinal, benzerlerinin olmaması (tekil olması), koleksiyonun maddi-manevi değerini arttıran unsurlardandır.

Ana Sayfa: Alıntı
Art Dealer

Çalışma Saatleri

Bizi Ziyaret Edin

Pzt - Cum: 9:00 - 18:00
Cmt: 10:00 - 14:00
Paz: Kapalı

Ana Sayfa: Çalışma Saatleri
Art Gallery

Memnun kaldınız mı?

Bizi arkadaşlarınıza önerir miydiniz?

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

Ana Sayfa: Müşteri Görüşleri Formu
Morning Rush
Into the Blue
Beach Patrol
Towering Heights
Stick with Me
The Standoff
A Long Wait
Swish
Ana Sayfa: Video

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

Ana Sayfa: İletişim
bottom of page